Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Mayıs 2014 Pazar

Suçlayıcı düşünceleri affedici düşüncelerle değiştiriyorum..


'Üst Benliğim bana acısız bir yaşam sürmek konusunda rehberlik ediyor. Acıyı gördüğüm anda tıpkı içimdeki bilgeliğe uyanmam gerektiğini söyleyen bir çalar saat çalmışçasına uyanırım. Eğer acı hissediyorsam hemen zihinsel olarak kendimi telkin etmeye çalışırım. “Acı” kelimesini “his” kelimesiyle değiştiririm. Bedenim pek çok şey “hisseder”. Bu ufacık sözcük değişimiyle bilincim üzerine ve iyileşmeye odaklanırım. Böylece kolaylıkla iyileşebilirim. Eğer zihnimi biraz olsun aşağı çekebilirsem bedenim de aynı şekilde odak noktalarını başka yerlere dağıtacaktır. Bedenimi ve zihnimi seviyorum ve birbirlerine bu kadar bağlı oldukları için minnettarım..'




10 Eylül 2013 Salı

Sarhoş Sufi Üstadın Konferansı


Çok tanınmış ve saygı gören bir Sufi üstat Fransa’da konferans verecektir. Konferans biletlerinin tamamı uzun zaman öncesinden satılır ve herkes o günü heyecanla beklemeye başlar. Gün gelir ve akademisyenler, şifacılar, konunun uzmanları, araştırmacılar, yazarlar, gazeteciler, terapistler ve takipçilerden oluşmuş dinleyici kitlesi yerini alarak beklemeye başlar. Başlama saati gelmesine rağmen üstat ortalarda yoktur.
Yaklaşık üç bin kişilik dolu salonda herkes onu beklerken aradan bir saat geçer. Salondan homurdanmalar duyulur. İki saat geçer ve üstat halen ortada yoktur. İnsanların bir kısmı söylenerek oradan ayrılırlar.
Üç saat sonrasında üstat görünür. Alkışlarla içeriye girerken, üstat yalpalamakta ve ayakta zor durmaktadır. Sarhoş olduğu her halinden belli olan üstadın bu halini gören daha büyük bir çoğunluk onu yuhalayarak ve ıslıklayarak salonu terk eder.
Üstat, konuşma yapacağı yere yaklaştığı sırada ön sırada oturmakta olan bir bayana göz kırpar ve daha sonra birlikte vakit geçirmek için onu odasına davet eder. Bu duruma şahit olan katılımcıların çoğu büyük bir hayal kırıklığıyla salonu terk ederken, içlerindeki öfkeyi saklayamaz ve üstada küfür etmeye başlarlar.
Üstat konuşma yapacağı kürsüye çıkar. Salona bakar ve üç bin kişiden geriye sadece on, onbeş kişinin kaldığını görür. Sarhoş ve küstah bir görüntü sergileyen üstat birden değişir. Duruşu dikleşir, bakışları keskinleşir ve gülümseyerek “şimdi konferansımıza başlayabiliriz” der.
Gördüğünüz gibi önyargı, beklenti ve kabulsüzlükleri ile sınanmış olan binlerce insandan geriye, onun yıllardır aktarmakta olduğu şeyin özünü kavrayabilmiş ve içselleştirmiş olan sadece on, onbeş kişi kalmıştır. Ve asıl konferans o zaman başlar.
Hakikatin bize gerçek yüzünü göstereceği ana kadar, her birimiz yaşam tarafından sınanırız. Bu deneyimlerin her biri bize kendimizi neden ve nerelerde sevmediğimizi, öfke ve kabulsüzlüklerimizi, olması gerekene dair beklenti ve şartlanmışlıklarımızı yansıtır durur.
Ve yolculuğunuz sadece size özgüdür. Kendinizi asla bir başkası ile kıyaslayarak üstün veya aşağı olduğunuzu düşünmeyin. Referans noktalarınız her zaman için;

  • Ne kadar farkında olduğunuz,
  • Kendinize karşı ne kadar dürüst olduğunuz,
  • Kendinizi koşulsuzca sevip sevmediğiniz olsun.
Bunların haricinde her birimiz kendimizce benzer şeylere tutunur, benzer şeyleri arzular, benzer şeylerin yokluğunu çeker ve nihai noktada da O’na doğru yol alırız.
Halil Gül
kendinedogru.com


15 Kasım 2012 Perşembe

Bitirin işinizi bu dramalarla..




Kirli, eski, korkunç şeylermiş, bir daha asla görmek istemiyormuşsunuz gibi dramalarınızı halının altına süpürmeyin.
Bitirin işinizi bu dramalarla.
Döngülerine girip kendinizi kaybetmeye bir son verin.
Bununla birlikte, anneniz, kardeşiniz, sevgilinizle yaşadığınız dramanın yirmi yıl sonra yepyeni bir keşfe ulaşmak üzere kullanabileceğiniz bir şey olduğunu da anlayın.
Onun için bırakın bu yaşam dramaları sizin için bir törpü olsun.
Bitirin işinizi onlarla, yapabildiğiniz kadar çözümleyin, barışın, size düşen payı kabul edin, sonra bırakın, bilinciniz yoluyla size bir şey öğretmek üzere geri dönsün çember.
Bırakın sizin için aşılmasını istediğiniz engellerden çok sürüp giden deneyim hazineleri olsun.
Bunlara duygu bağlıdır, anımsayın, duygu sizi başka hareketlerin alanına götürebilir.
Birisinin kurban gibi göründüğü dramalara karışanlar normal olarak duygularından o denli kopukturlar ki hissettikleriyle düşüncelerini birleştiremezler.
Kurbanlar kurbanları bulur.
Zafer kazananlar zafer kazananlardır.
Başkalarının ışığa ulaşmak için yoğun âlemlerden geçmeleri gerektiğini anlamak zorundasınız.
Kimi zaman aydınlanmaların en büyüğü en büyük felaketlerde, en büyük zorluklarda yatar.
Düşüncelerinizin sonucusunuz.
Bu gezegende öğreneceğiniz başka bir şey olmasa bile bu gerçeklik ve başka birçok gerçeklikte kuralın bu olduğunu öğreneceksiniz.
Düşünce deneyimi yaratır.
Neden kendinize bu armağanı sunup varlığınızı olağanüstü, muhteşem, yüceltici bir yetenek içinde düşünmeye başlamayasınız.
Toplumun geri kalanının sizinle aynı fikirde olmasına ihtiyaç duymaktan kurtulun.




alıntı…

9 Eylül 2012 Pazar

Değerini Bilen Kadın


Değeri çok fazla olan bütün kadınlara.. 


“Nasil bir erkek ariyorsun?”
Kadin bir süre sessiz kaldiktan sonra adamin gözlerinin içine bakarak
sormus:
“Gerçekten bilmek istiyor musun?”
Adam biraz isteksiz, “Evet” demis.
Ve kadin baslamis anlatmaya…
“Kendini zihnen mükemmellestirmeye çalisan birini istiyorum,
çünkü sohbet ve zihnen uyarilma ariyorum. Basit bir adama ihtiyacim yok.
Ruhen mükemmellesmeye çalisan birini ariyorum, çünkü dengesiz bir birlesmeye
ihtiyacim yok.
Inananlarla inanmayanlarin bir araya gelmesi felakete yol açar.
Bir kadin olarak yasadiklarimi anlayacak kadar duyarli,
ayagimi saglam basmami saglayacak kadar güçlü bir erkek ariyorum.
Saygi duyabilecegim birini ariyorum. Ona boyun egmem için onu saymam
gerekir.
Kendi isini yürütemeyen adama boyun egemem.
Boyun egme konusunda sorunum yok… yeter ki buna deger biri olsun.
Allah kadini erkege eş ve yardimci olarak yaratmiş. Kendine yardim edemeyen
adama ben yardim edemem.”
Kadin aklindan geçenleri böyle döküverdikten sonra adama bakmis.
Adam yüzünde şaşkin bir ifadeyle oturakalmiş:
“Çok fazla istiyorsun.” demis.
“Degerim çok fazla.” diye yanitlamis kadin…


28 Ağustos 2012 Salı

Mutlu olmak için..



Mutlu olmak istiyorsan şu üç şeyi yap:



Birincisi: kendini olabildiğince mutlu olarak hayal et. Bir kaç hafta içinde nedensiz yere çok mutlu olmaya başladığını göreceksin. Bu uykudaki kapasitenin kanıtı olacak. Demek ki sabah ilk iş olarak kendini müthiş derecede mutlu olarak hayal etmelisin. Yataktan çok mutlu bir ruh halinde çık- ışık saçar, için içine sığmaz bir halde, sanki o gün kusursuz, inanılmaz derecede değerli bir şey olacakmış gibi bir beklenti içinde ol. Son derece olumlu ve umutlu bir ruh halinde, o gün sıradan bir gün olmayacakmış, sıradışı, olağanüstü bir şeyler seni bekliyormuş, çok yakınındaymış hissiyle çık yataktan. Gün boyunca bu hissi tekrar, tekrar hatırlamaya çalış. Yedi gün içinde göreceksin ki tüm davranış biçimin, tüm alışkanlıkların, tüm titreşimin bambaşka bir hale gelmiş.

İkincisi: gece yatarken kendini Tanrı'nın ellerine bıraktığını hayal et sadece...varoluş sana arka çıkıyormuş, sanki onun kucağında uykuya dalıyormuşsun gibi hisset. Sadece bunu hayal et ve uykuya dal. Bu hayali sürdürerek uykunun gelmesini bekle ki hayal gücü uykunun içine işlesin ve bu ikisi iç içe geçsin. İkincisi de bu.

Üçüncüsü: olumsuz hiçbir şey hayal etme çünkü hayal gücü kapasitesine sahip olan kişiler, olumsuz şeyler hayal ettiklerinde bunlar gerçek olmaya başlar. Hastalanacağını düşünürsen, hastalanırsın. Birinin gelip sana kabaca davranacağını düşünürsen öyle davranır. Bu durumu senin kendi hayal gücün yaratacaktır.

Önce sabah ve akşam canlandırmalarına başla ve gün boyunca olumsuz hiçbir şey hayal etmemeyi unutma. Öyle bir düşünce geldiğinde onu hemen olumlu bir şeye çevir. Ona hayır de. Ondan hemen vazgeç ve fırlatıp at onu.


Mevlude Kukuş

19 Temmuz 2012 Perşembe

Özbenlikten Benliğe Öğütler

Hey sen! Yani ben! Sana bugün yaşamla ilgili çoğu zaman göz ardı ettiğin bazı gerçeklerden bahsedeceğim: Hayatın, evrendeki dokuz boyuttan sadece üç tanesinde geçiyor (en, boy ve yükseklik). Buna dördüncü boyut olan zaman da eklendiğinde bütün hayatının bu dört boyutta geçtiğini söyleyebiliriz. Bugüne kadar sana hep zamanın değeri anlatıldı. “Vakit nakittir” gibi sözlerle büyütülerek bugünlere geldin.  Bir yerlere yetişmek için deli gibi koştun durdun.  Neden koştuğunu sorgulamadan...  Bazen de sorguladığın halde cevabını bulamadın ve sormayı bırakıp diğerleriyle beraber koşmaya devam ettin.  Anlatmaya öncelikle sana evrenin kıyıda köşede kalmış ama bizim için çok önemli olan bir gerçeğinden bahsederek başlayacağım: Hiçbir şey için geç kalınmış değildir. Daha da önemlisi hiçbir şeyin aslında o kadar da önemi yoktur. Böylece önemli olmadığı için geç kalınmış ta sayılmaz. Çünkü gün gelecek her şey önemini yitirecek ve önem verdiğimiz şeylerin yerine yeni şeyler hayatımıza girecek. Sadece şuna önem vermeni istiyorum: Yaşadığın her an varoluşunun değerini hisset! Gerçekte tek önemli şeyin koşulsuz sevgi olduğunu bil ve bu sana yetsin... Kendin dâhil her şeyi koşulsuz sev. Böylece acıyla değil sevgiyle olgunlaşmayı seçeceksin. Olgunlaştıkça farkındalığın artacak. Farkındalığın arttıkça da daha çok var olacaksın...





Cem Özüak
İndigo Dergisi/ Sayı 59 - Ağustos 2010

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Harika bir hatırlatma..

Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış...

Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş... Ve onu 'Renklerin Ustası' anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş...

Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş...

Ranga Guru ise;

- Sen artık ressam sayılırsın Raciçi.. artık senin resmini halk değerlendirecek. diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızi bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmiş... Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor... Çok üzülmüs tabii. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün oldugunu belirtmiş.

Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru... Ama bu defa yanına bir palet dolusu çesitli renklerde yaglı boya, birkaç fırça ile birlikte... Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.

Raciçi denileni yapmiş...

Birkaç gün sonra gittigi meydanda görmüs ki resmine hiç dokunulmamış, firçalar da, boyalar da kullanılmamış... Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış..

Ranga Guru ise;

Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanaği ile karşılaşabileceğini gördün...

Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı...

Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin... yapıcı olmak eğitim gerektirir... Hiç kimse bilmedigi bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi...

Sevgili Raciçi Mesleginde usta olman yetmez, bilge de olmalısın.. Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın... Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur...

Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma...