Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Eylül 2011 Cumartesi

Küçük bir ruhun hikayesi 2 :)

Bugün, güne gülümseyerek başlayarak harika bir gün geçireceğimin sinyalini vermiş oldum KENDİME. İnanıyorum ki güne nasıl başlarsan o gün içinde kendine çektiklerine vereceğin tepkileri de ona göre SEÇİYORSUN. 


Yani güne güzel başladım, harika devam ediyorum. Sorularımın yanıtlarını alıyorum ki günün en keyifli anları bu anlar sanırım :) Ben okumayı severim ama okumak için bile kendimi dinlerim bugün okumak istiyor muyum istemiyor muyum diye. İç sesim yanıltmaz beni. Ve teker teker alırım istediklerimi.. Bugünkü gibi :) 




İşte bir RUH HİKAYESİ daha :)


Sonsuz, tanımsız ve bir o kadar koşulsuz sevgimle.. :)



Bir zamanlar kendisinin ışık olduğunu bilen bir Ruh vardı. Yeni bir ruhtu ve deneyimlere açlık duyuyordu. "Ben ışığım" diyordu. "Ben ışığım" ama ışık olduğunu bilmesi ve söylemesi deneyimin yerini tutmuyordu. Ruhun çıktığı kaynaktan yalnızca ışık vardı. Her ruh yüceydi, her ruh harikuladeydi. Ve her ruh benim ışığımın göz kamaştırıcılığıyla parlıyordu. Bahsettiğim minik ışık güneşte bir mum gibiydi. Kendisinin de parçası olduğu Büyük Işığın ortasında kendisini göremiyor, Kim ve Ne olduğunu deneyimleyemiyordu.

Minik ruh kendisini bilme arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Arzusu öylesine büyüktü ki bir gün ona "Minik ruh, bu arzunu gerçekleştirmek için ne yapman gerektiğini biliyor musun?" dedim.

"Oh, ne yapmam gerekiyor Tanrım? Ne? Her şeyi yapmaya hazırım." dedi küçük ruh.
"Kendini bizden ayırmalısın ve kendine karanlığı çağırmalısın." dedim.
"Karanlık nedir?" diye sordu minik ruh.
"Sen olmayan" dedim ve ruh anladı.
Ve ruh kendini bütünden ayırdı. Bir başka boyuta geçti. Bu boyutta ruhun kendi deneyimi için her türlü karanlığı çağırma gücü vardı.
Ruh karanlığı çağırdı ama karanlığın tam ortasında haykırmaya başladı; "Tanrım, Tanrım beni niye unuttun?"

Oysa ben sizi asla unutmadım. Daima yanınızda oldum. Her an size gerçekten kim olduğunuzu hatırlatmaya hazırım, Daima sizi eve çağırmaya hazırım.


Bu nedenle karanlığa ışık olun. Karanlığı lanetlemeyin. Siz olmayan şeyle çepe çevre kuşatılmışken kim olduğunuzu unutmayın. Değiştirmek isterken bile yaratıcılığınızı takdir edin. En zorlu anlarda yaptığınız seçimlerin en büyük zaferleriniz olacağını bilin. Yarattığınız deneyimler kim olduğunuzun ve kim olmak istediğinizin göstergesidir.




Conversations with god/Book 1

23 Eylül 2011 Cuma

IŞIK KORUMASI

Doreen Virtue'nün “Melek Ilaci Kitabi”ndan 

Kalabalık yerler gibi düşük enerjili bir yerde/durumda olacağınız zaman veya hasta ya da kızgın insanların etrafında olduğunuz zaman kendinizi korumanız önemlidir. Kendinizi korumak için, kendinizin seçtiğiniz renkte bir ışıkla tamamen çevrelendiğinizi imgeleyin, düşünün veya görün.

Ayrıca başkalarını veya araçlar veya evler gibi nesneleri de ışık ile koruyabilirsiniz. Koruyucu kalkanlar yırtılır, bu nedenle bunu yaklaşık her 12 saatte bir yeniden uygulamaya ihtiyacınız olur.

Beyaz Işık : Suç veya fiziksel saldırıya karşı korunma için iyidir. Etrafınıza ilave melekleri davet eder.

Pembe Işık : Pembe ışık kalkanı negatifliğe karşı korur. Negatif – zihinli, şikayetçi veya dedikoducu insanların yanında olduğunuzda yardımcıdır, pembe ışık kalkanından sadece sevgi nüfuz edebilir.

Yeşil Işık : Fiziksel şifa kalkanı. Yaralanmış veya hasta olanlar için yeşil ışık kalkanı kullanın.

Mor Işık : Psişik korunma. Psişik saldırı ve varlıklara karşı koruma sağlar.

Ayna (yansıtıcı) küre : Saldırıya açık hissettiğinizde veya çakralarınız açık ve berrak olduğunda ve yabancı kalabalıklar veya yoğun bir iş toplantısı gibi kaba/sert enerjiye gireceğiniz zaman, kendinizi ayna şeklinde bir kürenin içine girerken görün veya hissedin. Tüm negatif enerji küreden geri yansır.

Kurşun kalkan : Bir mücadele/kavga başlayacağı tahmin edildiğinde veya kendinizi ekstra saldırıya açık/hassas hissetiğinizde negatifliğe karşı koruma sağlar. Kendinizin hiçbir şeyin nüfuz edemeyeceği hafif kurşun metalle tamamen çevrelendiğinizi görün veya hissedin. 

19 Eylül 2011 Pazartesi

Ben Bana Benzerim

Sürekli degismek, gelismek isterim, ama
Mutlu olamam degisirsem,
Salt sizin bencilliginizi doyurmak için.
Hosnut da olamam elestirdiginizde beni
Sizin gibi düsünmedigim
Ya da görmedigim için sizin gibi…
Uyumsuz diyorsunuz bana.
Oysa inançlariniza her karsi çikisimda,
Siz de benimkilere karsi çikiyorsunuz.
Aklinizi biçimlendirmeye çalismiyorum.
Kendinizi bulma savasi veriyorsunuz,
Biliyorum ve anliyorum sizi…
Ama ne yönetmenizi isterim beni,
Ne de bana akil vermenizi kabul ederim.
Çünkü kendimi bulma çabasindayim ben de,
Çünkü, ben yalnizca bana benzerim…

LEO BUSCAGLIO

14 Eylül 2011 Çarşamba

:)


” Lütfen bana hangi yolu izlemem gerektiğini söyler misiniz? ” dedi Alice.
”Bu nereye gitmek istediğine göre değişir ” dedi Kedi .
” Aslında nereye gitmek istediğim pek umurumda değil ”dedi Alice .
” O zaman hangi yolu izlersen izle , fark etmez,” dedi Kedi .
” – bir yere varayım yeter , ” diye tamamladı Alice sözünü.
” Ah, bundan kuşkun olmasın , kesinlikle bir yere varırsın , tabi eğer yeteri kadar yürürsen .”
Alice Harikalar Diyarında , Lewis Carroll

12 Eylül 2011 Pazartesi

HİÇBİR KARŞILAŞMA TESADÜF DEĞİLDİR..

Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir. Hiçbir hissediş, düşünüş, bakış, algılayış, seziş de öyle. Hatta bunların tersi de tesadüf değil. Alışveriş yaptığımız market,yemek yediğimiz lokanta, su içtiğimiz çeşme, yürüdüğümüz kaldırım ve orada yanlarından birer yabancı olarak geçip gittiğimiz insanlar... Tesadüf gibi görünen karşılaşmalar, yolu sorduğumuz herhangi biri, hafifçe çarptığımız insan...

Bize gülümseyen küçük bir çocuk önümüzden aniden uçuveren kuş...Gün boyu yaşadığımız en basit olay bile herhangi bir zihinsel, fiziksel, ruhsal yada duygusal bir olayın tetikleyicisi olur.

Küçük ya da büyük...Bazen hiç hesapta olmayan durumların içine çekiliveririz. Hayal bile etmediğimiz olayları yaşarken buluruz kendimizi. Bir martı çığlığı,bir satıcı bağırışı, alır götürür bizi yıllarca ya da yollarca uzaklara...Hem öğretmen hem de öğrenciyizdir her ilişkinin içinde. Doğduğumuz aile, gittiğimiz okullar, sıra arkadaşımız, sevgilimiz , eşimiz, çocuğumuz vs. Her ilişki, farklı bir yönümüzün aynasıdır. Ve bizler de onlar için birer aynayız.



Farkındalığımız yükseldikçe, durumları ve ilişkileri yaşarken, kendimizi ve yaşanılanları gözlemlemeye başlarız. Ve eğer yaşadıklarımıza yüksek idrakle bakabilmeyi başarırsak, o ilişki ya da durumu ne için yaşadığımızı kavrarız. Düğmelerimize en fazla basan insanlar, en iyi öğretmenlerimizdir. O ilişkide kurban olmadığımızı anlar, ilişkinin bize neyi öğretmeye çalıştığını kavrarsak, dersimizi alır ve yolumuza devam ederiz. Eğer bunu yapamazsak, o ilişkide ya da durum içinde tutsak olur, ya daha ağır durumlar yaşar ya da daha travmatik durumları ( o dersi alıncaya, eksik yönümüzü tamamlayıncaya, kendimizi düzeltinceye kadar) tekrar takrar yaşamaya devam ederiz.


Bazen bazı insanların hayatına yalnızca katalizör olarak gireriz. Onların hayatlarında değiştirmesi gereken durumun düğmesine basar ve sessizce çekiliriz. Ve yüksek farkındalık içinde kalırsak, yaşanılan durumdan etkilenmeden, arkamıza bakmadan yolumuza devam ederiz.
Özet olarak, en büyük düşmanımız en iyi dostumuzdur aslında. Çünkü bizde en büyük değişime neden olur genellikle. Ve her karşılaşma kutsaldır. Karşımızdaki insanın tanrısallığını kabul edip o şekilde yaklaşırsak, nefreti, öfkeyi, suçluluk duygusunu, o insana karşı sorumlu olduğumuz ve o ilişkiye mahkum olduğumuz duygusunu ve kini söküp atarız varlığımızdan.

Yaşadığımız her durum, tanıştığımız her insan öğretmenimizdir. Ne kadar kısa sürede öğrenirsek öğrenmemiz gerekenleri, karmamızı çözüp, iç huzuruna,mutluluğa,ideal ilişkimize ve ruhsal eşimize kavuşuruz.





ÜÇÜNCÜ BOYUTTA KALAN SEVDİKLERİMİZE NE OLACAK?...

“...Keza, yakın bir gelecekte, “Üçüncü Boyut” ya da (bu) yoğunluktan dördüncüye “Geçiş” konusunda pek çok şey söylenmiştir, bu “Değişim” hakkında ve değişim sırasında neler olacağı hakkında “Büyük Korkular” duyulmaktadır.Birçokları, eğer sevdikleri kimselerden Ruhsal bakımdan daha ilerdeyseler, kendilerinin “Dördüncü Yoğunluğa (Boyuta)” geçip, o kadar ilerlemiş olmayanların Üçüncü Yoğunlukta kalacaklarından ya da Öleceklerinden korkuyorlar.Bu, “Mutlaklar”, “Katı Kalıplar” içinde düşünen (bir) İnsanın halidir.Oysa “Yerküre Akışkan” dır, (ve) birden fazla Yerküre vardır (ve) “Dördüncü Yoğunluk Yerküresi” şimdiden mevcuttur.

Bütün Boyutlar zaten şimdiden vardır.Bu demek değildir ki, eğer bu “Gezegen Halkı” hedefi tutturamazsa “Dünya Patlayacak” ve her şey “Sona Erecek”.Bir kez daha söylemeliyiz ki, bu bir “İllüzyon” dur sevgili dostlar.Siz “Ölemezsiniz”.Bir “SON YOK” tur.Bir “Geçiş Zamanı” olacak ve bunu, “Sis Perdeleri arasından”, “Yumuşak bir Geçiş” gibi, “Ne bir Şeyin, ne (de) diğer (bir) Şeyin Mevcut Olduğu bir Durum” olarak düşünebilirsiniz.Büyük bir “Felaket” in, büyük bir “Yıkım” ın olmasına “GEREK YOK” tur.Kuşkusuz “Tedrici Değişimler” olacaktır ve bu Değişimlerden bazıları (da)“Çok Yakında” gerçekleşecek(tir).Onlar aslında şimdiden başlamış bulunuyor ve size hatırlatalım ki, “Yüce Tanrıçanız” ın (Dünyanın) geçirdiği bu değişimler size “Korku” değil, “Hayranlık” duygusu vermelidir.

Hayranlık “Sevinci” davet eder.Ve Ölecek olanların “Ölüm” haberlerini okuduğunuzda, bilinizki bu bir “Seçim” dir ve ÖLÜM YOK tur.Bu, (bir Ruhsal) deneyim içindir, hepsi bu.Ölüm yoktur, (bir) Son yoktur...”

P’taah-Pleiades Mesajları 1
Bölüm 1

Farkındalığın “Aydınlık” ışığında sevgi, huzur ve uyumla..

Dışarıda Hiçbir Şey Yok..

En sarsılmaz inancın, en zararlı inanışın, kendin dışında bir dünyanın varlığına; bağımlı olduğun bir şeye veya birisine; sana bir şeyler veren veya senden alan, seni seçen veya suçlayan bir şeye veya birisine inanmandır.


Bir savaşçı, bir anlığına bile dıştan gelecek bir yardıma inansın, derhal yıkılmazlığını yitirir.


Dışarıda hiçbir şey yok.
Hiçbir yerden gelecek bir yardım yok.


İnsanın en kötü hastalığı bağımlı olmaktır.
Başkalarına ve onların yargılarına bağımlı olmaktan kötüsü yoktur.
Kendimizin dışındaki bir şeye aşık olup kendimizi unutmak, bağımlı olan dünyanın keşmekeşi içinde kendimizi yitirmek, kişisel gerçekliğimizin tek yaratıcısının kendimiz olduğunu unutmak demektir.


Kendi dışımızda bir dünya yoktur, her neyle karşılaşır,görür ve dokunursak ‘bizi’ yansıtmaktadır. İnsanın yaşantısındaki diğer kişiler, olaylar ve koşullar, onun koşullarını meydana serer. Dünyayı suçlamak; şikayet etmek, kendini haklı göstermek ve saklanmak, düşmüş bir insanlığın göstergeleri, ‘gerçek’ bir iradenin yokluğu kadar, bağımlı olmanın da kesin semptomlarıdır.


Dünyayı her an sen yaratıyorsun.
Bir kişi bütün ve gerçekse, kendine egemen olduğundandır; olayların görünür dinamizmi ve konumların çeşitliliği yerine, dünyanın kendisinin aynası olduğunu bilir.


İster iyi, ister kötü olsun, güzel veya çirkin, doğru veya yanlış, kişinin karşılaştıkları hepsi, gerçeklik değil, kendi yansımalarıdır. Herkes daima ve yalnızca, kendisi neyse onu biçer. Tohum da harman da sensin.
İşte bu nedenle tarihteki bütün devrimler hep başarısızlığa uğramıştır. Onlar dünyayı dıştan değiştirmeye kalkıştılar.
Bundan böyle yardım almak için dünyaya bel bağlama. Ötesine geç! Dünyayı geliştirenler, ancak dünyanın ötesine geçenlerdir.
Ötesine geç!
İnsan yüzyıllardır, kendi yansıttığı film içindeki görüntüleri değiştirebileceğine inanarak ekranı kazıdı.


Sen, bu budalalığı bırak!
Savaşları, devrimleri ve ekonomik, politik ve sosyal reformları unut; her olanın ardındaki gerçek nedenle ilgilen. Düşlenenle değil, yüreğindeki düşleyenle ilgilen. En büyük devrim, tüm girişimlerin en büyüğü, ama tek anlamlı olan, kendini değiştirmektir.

Her ne görüyorsan bir yansımadır...

Bu evren zihinlerin yansımasıdır. Bu evrende her ne görüyorsan bir yansımadır. Tutsaklık gibi görünüyorsa, bu senin yansıman demektir. Özgürleşme gibi görünüyorsa, yine senin yansımandır.
Suda tek bir güneşten yansıyan pek çok güneş gördüğün gibi, aynı şekilde tutsaklık ve özgürleşmeyi de gör. Güneş yükselir ve pek çok havuz vardır … kirli ve temiz, büyük ve küçük, güzel ve çirkin. Tek bir güneş pek çok havuzda yansır. Yansımaları sayan biri pek çok güneş olduğunu düşünür. Yansımalara değil, gerçekliğe bakan biri tek bir güneş görür.
Dünyaya bakış tarzın seni yansıtır. Hırsızsan, tüm dünya aynı meslekteymiş gibi görünür.
Bir kez Nasrettin Hoca ve karısı balık tutmaya gitmiş ve gittikleri yerde yalnızca lisans sahipleri balık tutabiliyormuş. Aniden bir polis memuru belirmiş. Hoca’nın karısı şöyle demiş: “Hoca, senin lisansın var, bu yüzden sen koşarak uzaklaş. Bu arada ben de kaçayım.” Böylece Hoca koşmaya başlamış. Koşmuş, koşmuş, koşmuş… Polis memuru da takip etmiş. Elbette, Hoca karısını orada bırakıp koşunca polis onu takip etmiş. Hoca kalbi patlayacak hale gelene kadar koşmuş. Ama sonra polis memuru onu yakalamış. Polis de ter içindeymiş. “Lisansın nerede?” diye sormuş. Hoca belgelerini çıkarmış. Polis belgelere bakmış ve sormuş: “O zaman neden koşuyordun Nasrettin? Neden benden kaçtın?” Nasrettin, “Bir doktora gidiyorum ve o her yemekten sonra yarım mil koş dedi.” demiş. Polis memuru sormuş: “Tamam, ama peşinden koştuğumu, seni kovaladığımı gördün, bağırdığımı duydun, neden durmadın?” Nasrettin şöyle demiş: “Senin de aynı doktora gidiyor olabileceğini düşündüm.”
Çok mantıklı; olan da bu işte. Çevrende her ne görüyorsan, gerçek şeyden çok bir yansıma. Her yerde kendi yansımanı görüyorsun. Değiştiğin an yansıma da değişiyor. Tamamen sessiz olduğun an tüm dünya sessizleşiyor. Dünya bir tutsaklık değil; tutsaklık bir yansıma. Dünya bir özgürleşme de değil; özgürleşme de bir yansıma.
Buda tüm dünyayı nirvana içinde bulur.
Krishna tüm dünyayı esriklik, mutluluk içinde kutlama yaparken bulur; acı yoktur.
Ama Tantra der ki, her ne görüyorsan bir yansımadır, ta ki tüm görüşler kaybolana, yalnızca üzerinde hiçbir şey yansımayan ayna görülene kadar. Gerçek odur. Bir şey görülüyorsa, yalnızca bir yansımadır. Gerçek birdir; yansımaları pek çok olabilir.
Bu bir kez anlaşılınca ― teorik olarak değil, varoluşsal olarak, deneyim aracılığı ile ― özgürleşirsin, tutsaklığından ve özgürleşmenden kurtulursun.
Aydınlandığı zaman biri Naropa’ya sormuş: “Şimdi özgür kaldın mı?” Naropa şöyle demiş: “Hem evet, hem hayır. Evet, tutsak değilim ve hayır, özgür değilim; çünkü o özgürleşme de tutsaklığın bir yansımasıydı. Tutsaklık yüzünden onu düşünüyordum.”
Şu şekilde bak: Hastasın, o zaman sağlıklı olmayı özlersin. O sağlık özlemi hastalığının bir parçası. Gerçekten sağlıklıysan, sağlıklı olmayı özlemezsin. Nasıl yapabilesin? Gerçekten sağlıklıysan, özlem nerede? Ne gerek var? Gerçekten sağlıklıysan, asla sağlıklı olduğunu hissetmezsin. Yalnızca hasta insanlar sağlıklı olduklarını hisseder. Ne gereği var? Sağlıklı olduğunu nasıl hissedebilirsin? Sağlıklı doğduysan ve hiç hasta olmadıysan, sağlığını hissedebilir misin? Sağlık orada, ama hissedilemez. Ancak karşıtlık aracılığı ile, zıddı aracılığı ile hissedilebilir. Şeyler ancak zıddı aracılığı ile hissedilebilir. Hastaysan sağlığı hissedebilirsin… Ve sağlıklı hissediyorsan, unutma, hâlâ hastasın.
Bu yüzden Naropa diyor ki: “Hem evet, hem hayır. Evet, çünkü artık tutsaklık yok, ama tutsaklıkla birlikte özgürleşme de kayboldu; işte bu yüzden hayır. O diğerinin bir parçasıydı. Artık ikisinin de ötesindeyim… Ne tutsağım, ne özgürüm.”
Dini bir arayış, bir arzu haline getirme. Mokşayı, özgürleşmeyi, nirvanayı bir arzu nesnesi haline getirme.
Ancak hiç arzu olmadığında gerçekleşir.

OSHO - Sırlar Kitabı,Kendini Anlamanın Anahtarı

Ho'oponopono Yöntemi

Hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğinde bakacağın tek bir yer var: kendi için. 2 yıl önce, Hawaii’de, bir koğuş dolusu akıl hastası suçluyu onları hiç görmeden tedavi eden bir terapist olduğunu duymuştum. Terapist, hastaların dosyalarını incelemiş ve sonrasında kendisinin bu kişilerin hastalıklarını nasıl yarattığını görmek için kendi içine bakmış. Kendisi geliştikçe, hastalar da gelişme göstermiş.
Bu hikayeyi ilk duyduğumda bunun bir şehir efsanesi olduğunu düşünmüştüm.

Biri, kendini iyileştirerek başkalarını nasıl iyileştirebilirdi ki?
Bu kişi bilge bir kişi olsa bile akıl hastası suçluları nasıl iyileştirebilirdi?
Anlamamıştım. Mantıksızdı. Ve hikâyeyi unutup gittim.
Ta ki hikayeyi bir yol sonra yeniden duyana kadar. Terapistin ho’oponopono adında bir Hawaii iyileştirme yöntemi kullandığını duydum. Daha önce bu yöntemi duymamıştım. Hikayeyi yeniden unutup gitmek istemiyordum. Anlatılanlar tümüyle doğruysa, hakkında daha fazla şey öğrenmeliydim.
Şu ana kadar “sorumluluk” kelimesinin anlamını, yaptıklarımdan ve düşündüklerimden sorumlu olduğum şeklinde anlardım. Daha ötesinden değil. Ve çoğu insanın da böyle düşündüğünü sanıyorum. Biz yaptıklarımızdan sorumluyuz, başkalarının yaptıklarından değil. Birçok akıl hastasını iyileştiren Hawaiili terapist bana sorumluluğun ne demek olduğu konusunda yeni bir bakış açısı kazandırdı.
Adı Dr. Ihaleakala Hew Len. İlk telefon görüşmemiz yaklaşık bir saat sürdü. Ona hikayenin tamamını bana anlatıp anlatamayacağını sordum. Hawaii Eyalet Hastanesi’nde dört sene boyunca çalıştığını söyledi...

Akıl hastası suçluların bulunduğu koğuş oldukça tehlikeliymiş. Terapistler bir ay içinde istifa ediyorlarmış. Hastane personeli sıkça hastalık izni alıyormuş ya da istifa ediyormuş. Hastalar tarafından saldırıya uğrama korkusundan dolayı, koğuşta sırtlarını duvara çevirerek yürüyorlarmış. Kısacası burası yaşamak, çalışmak ya da ziyaret etmek için hoş bir yer değilmiş.
Dr. Len bana hastaları hiç görmediğini anlattı. Ofisinde oturup hastaların dosyalarını incelemiş.

Hastaların dosyalarına bakarken kendi üzerinde çalışmış. Ve kendi üzerinde çalıştıkça hastalar iyileşmeye başlamış.
“Birkaç ay sonra, daha önceden ellerli kelepçeli dolaşan hastalara serbestçe dolaşmaları için izin verilmeye başlandı,” dedi bana. “Ağır ilaç tedavilerine maruz kalan hastalar ilaç tedavilerini bıraktılar. Serbest bırakılmaları konusunda hiç ihtimal olmayanlar serbest kaldı.”
Şaşkınlık içindeydim.
“Sadece bu kadar değil,” diye devam etti. “Ve personel işe gelmekten hoşlanmaya başladı. İşe gelmeme ve sıkça olan işten ayrılmalar bitti. Personel ihtiyaçtan daha fazla sayıda olmaya başladı, çünkü hastalar serbest bırakılıyordu. Personelin yapacak bir işi kalmamıştı. Bugün, bu koğuş kapalı.”
Ve işte en önemli soru: “Bu insanların değişimine sebep olacak ne yaptın?”
“Onları yaratan kendi parçamı iyileştirdim sadece,” dedi.
Anlamadım.
Dr. Len hayatından sorumlu olmanın, hayatındaki her şeyden sorumlu olmak olduğunu söyledi –aslında basit, çünkü her şey senin hayatında oluyor. Tam manasıyla, tüm dünya senin yaratımın.
Hmmm... Kolay sindirilebilir bir şey değil.

Söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu olmakla, hayatındaki tüm insanların söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu olmak farklıdır.

Gerçek şu ki eğer hayatının sorumluluğunu alıyorsan hayatında gördüğün, işittiğin, tattığın, dokunduğun ya da herhangi bir şekilde deneyimlediğin her şey senin sorumluluğun altındadır.

Çünkü hepsi senin hayatında olmaktadır.
Terör eylemleri, ülke yöneticileri, ülkenin mali durumu ve hoşuna gitmeyen diğer şeyler, hepsi şifalanmak üzere sana geliyor.

Onlar aslında yoklar.

Onlar sadece iç dünyanın birer yansıması.

Sorun onlarda değil, sende.

Onları değiştirmek istiyorsan, kendini değiştirmelisin.
Bunu kabul etmeyi ve hayata geçirmeyi bir kenara bırak, kavramak bile kolay değil; biliyorum.

Suçlamak sorumluluk almaktan kolaydır. Fakat Dr. Len’le konuştukça onun kendisini nasıl iyileştirdiğini ve ho’opnopono yönteminin kendini sevmek anlamına geldiğini kavramaya başladım.

Hayatının gelişmesini istiyorsan, onu iyileştirmelisin. Eğer birini iyileştirmek istiyorsan -akıl hastası bir suçlu bile olabilir bu- bunu ancak kendini iyileştirerek yapabilirsin.
Dr. Len’e kendisini nasıl iyileştirdiğini sordum. Hastaların dosyalarına bakarken ne yapmıştı?
“Sadece, tekrar ve tekrar ‘özür dilerim’ ve ‘seni seviyorum’ dedim,” dedi.
Bu kadar mı?
Bu kadar.

Sonuç olarak, kendini sevmek kendini geliştirmenin en önemli yoludur ve kendini geliştirdikçe dünyan gelişir.

Bu konu hakkında bir örnek vermeme izin verin:

Bir gün biri bana beni üzen bir e-posta gönderdi. Eskiden olsa, bu konu üzerindeki çalışmamı, zayıf duygusal noktalarımı araştırarak ya da hoş olmayan bu e-postayı gönderen kişinin bunu neden yapmış olabileceğini bulmaya çalışarak yapardım. Bu sefer, Dr. Len’in yöntemini kullanmaya karar verdim. İçimden “Özür dilerim” ve “Seni seviyorum,” dedim. Bu dediklerimi özellikle bir kişiye yönelik söylemedim. Sadece, dış koşulları yaratan içimdeki parçamı iyileştirmesi için, sevginin ruhunu yardıma çağırdım.
Bir saat sonra aynı kişiden bir e-posta daha aldım. Önceki e-posta için özür diliyordu. Bu özür için herhangi özel bir eylemde bulunmamıştım. Ona herhangi bir şey yazmamıştım. “Seni seviyorum” diyerek içimdeki, o kişiyi yaratan parçamı iyileştirmiştim.

Daha sonra Dr. Len tarafından düzenlenen bir ho’oponopono workshopuna katıldım. 70 yaşında, saygıdeğer yaşlıca bir şaman. Ve bir münzevi gibi. Çekim Yasası Sırrı adlı kitabımla ilgili güzel şeyler söyledi. Kendimi geliştirirsem, kitaplarımın titreşiminin artacağını ve okuyucuların bunu hissedeceklerini söyledi. Kısacası, kendimi geliştirirsem okuyucularım da gelişecekti.
“Şu anda piyasada, dış dünyada olan kitaplar hakkında ne dersin?” diye sordum.
“Onlar orada değiller,”dedi. Bilgeliği aklımı karıştırmıştı. “Onlar hala içinde.”
Dış dünya diye bir şey yok.
Bu gelişkin tekniği hak ettiği derinlikte anlatabilmek için bir kitap yazmak gerekir ama kısaca şunu söyleyebiliriz.

Hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğinde bakacağın tek bir yer var: kendi için.
“İçine baktığında, bunu sevgiyle yap.”

DEĞİŞİM...

“Hayatının amacı ne” diye sordu sesinde tüm bilmek isterliğinin otoritesiyle.

“Hayatımın amacı” bunun ne olduğunu gerçekten hiç ciddi ciddi düşünmüş müydüm, yoksa birtakım güçlerin akışına kendimi kaptırıp öylesine yaşayagelmiş miydim; soruya o anda cevap vermek oldukça güçtü.

“Düşünmedim” dedim kestirmeden.

“O zaman yaşadığını, bir hayatın olduğunu ve hayatın ne olduğunu düşünebilir misin?”

Şaşkın şaşkın baktım yüzüne. Bu nasıl bir soruydu. Tabii ki yaşıyordum ve tabii ki kendime has bir hayatım vardı. Onunla tanıştığımdan beri bana sorduğu en ilginç soru olduğunu düşündüm. O bilge kişiliğine güvenim sonsuzdu ve o bu soruyu büyük bir ciddiyetle bana yönlendirdiğine göre bunda anlamam gereken bir şey vardı.

“Düşüneceğim” dedim aynı ciddiyetle.

“Çok geç. Daha ne kadar yaşayacağını düşünüyorsun?”

Aslında çok uzun bir yaşamı da düşlüyor değildim. Her an evime geri dönebileceğimi düşündüm.

“O halde neden geldin” diye girdi düşüncelerimin arasına. “Neden geldin neden?”

Bu soru bana yıllar evveli sorulmuş olsaydı cevap çok kolay olurdu. Bilinen ve de hala milyarlarca insan tarafından kabullenilen kalıpları sıralayıverirdim. “Doğanın en tabii olayı” derdim. “çoğalma içgüdüsünün sonucu, anlık hazlardan tesadüfen” gibi daha pek çok şey. Şimdiyse cevapların hiçbirinin yeri yoktu bende. Dünyaya geliş nedenimin bunların dışında temel bir işleyiş üzerine dayandığını biliyordum. Üreme içgüdüsü, tesadüf, sıradan zihinlere has kabullenişlerdi ve bunların ötesinde işleyen muhteşem bir kozmik plandı beni ve tüm yaşayanları dünyaya getiren. Plan bu işleyişi gerçekleştiriyordu ama karşılığında ne istiyordu milyarlarca insandan. Sesi yeniden yankılandı zihnimde.

“Sen milyarlarca insanı bırak da kendini düşün. Gerçekten yaşıyor musun?”

“Aman tanrım” diye inledim zihnimde çakan şimşeğin gücüyle. “Aman tanrım.”Biyolojik yaşam ve onun gereksinimleri için gösterilen çaba ne ifade ediyordu ki Gerçeğe karşı. Hiçbir şey. Gerçek kendine kendi için değerlendirilmiş bir yaşam istiyordu ve o da “çok zor” dedim usulca,” anlamak da uygulamak da çok zor.”

“O senin düşüncen; en kolayı en zor yapmakta nedense insanoğlu çok mahir.”

“”Kolay değil” diye yineledim “hem hiç de kolay değil. Bir biçimde dünyaya geliyorsun, iyi veya kötü bir yaşam için. Ve Pavlov’un köpekleri gibi içinde yaşadığın ortamın kurallarıyla şartlandırılıyorsun ki bu genelde, bol kazanç temin edebilecek bir eğitim veya iş, sonra kendine uydurabileceğin bir eş, kopyanızı yaratmak arzusuyla dünyaya getirilen çocuklar, olanaklar oranında seyahatler, bol bol yemek, arada sırada sanatsal uğraşlar, gereksiz hobiler ben merkezinde devleşirken BİZ’i göz ardı etmeler ve sonra ardımızda bıraktıklarımızın “ben şimdi ne yapacağım” ağırlıklı gözyaşları arasında olabilecek en görkemli uğurlanışla süslü mezar taşlarının altına giriş.

“Sen bunların hangisini benimsiyorsun ve hangisine uymak istiyorsun?”

Aklımın erdiğinden beri kurallara karşı olan içimdeki tepkiyi düşündüm ve kendimi mecbur hissetmeye şartlandırıldığım için istemeden yaptığım, yaparken beni boğan şeyleri ve isteyerek yaptığm gereksiz görülenleri.

“Farklısın da ondan” dedi her zamanki sevecen yumuşak sesiyle.

Ne zaman o ses tonuyla konuşsa içimde bir şeylerin çözülüp dağıldığını hissederim. Sesin o çok özel frekansı beni çekip götürür bir yerlere ve o yerlerde hiç yaşamadığım şeyler yaşarım. Bu defa da öyle olmasını beklerken hiçbir şeyin olmaması ilginçti.

“Beklentini aradan çek, sana gerçek hayatı ve onun amacını göstereceğim.”

Farklı ama yüksek bir boyutla iletişim içine girmenin ve onların açacağı yolda yürümenin temel esaslarından biri hiçbir beklentinin olmamasıydı. Yapılacak tek şey bilinçli olarak zihinsel ve duygusal frekansın yükseltilerek iletişim için hazır duruma getirilmesiydi. Bunu bildiğim halde alışkın olduğum zaman içinde başlamayan olay beni süratle beklenti havasına sokmuştu. Zihnin kaypaklığının kurbanı oluyordum ki uyardı. Süratle gevşemeye çalıştım, zihnimden beklentimin izlerini silmeye. Yoğun sessizlik içinde o hafif vınlama etrafımda belirmeye başladığında seyahatimin de başlayacağını hissettim. Bir yerlere gitmek için ellerimi göğsümde parmak uçlarım çeneme değecek şekilde birleştirdim ve zaman değişmeye, yeni bir boyut belirmeye başladı. O güne kadar hiç görmediğim, anlatılması imkânsız bir varoluşun içindeydim şimdi; öylesine huzur ve sevgi dolu.

“Nasılsın?”

Gülümsedim sadece, hiç yaşamadığım biçimde tüm varlığımla.

“Mutlusun değil mi?” diyen sesi geldi yüreğim zannettiğim bir yerden.

“Hem de çok”

“Çünkü burada gerçekten yaşıyorsun. Gerçek yaşamın içindesin. Bir parçan, daha doğrusu aslın burada gerçekten yaşamaya devam ederken sen bir oyuncağın oyuncağı olmaya devam ediyorsun.”

Anlattığım bazı şeyleri anlamak gerçekten zor. Ben yaşadığım açıklıkta anlatamazken, dinleyen veya okuyan için de düşünce, duygu ve hissedişlerdeki farklılık buna neden olmada. Ama yine de şunu söylemeliyim ki insan denen varlık her ne kadar dünyada yaşıyor görünse de onun asıl yaşadığı yer birkaç boyutun iç içe bulunduğu farklı bir zaman ve mekân. Bölünmüşlük kavrayamayan zihinlerde heyecan hatta korku yaratabilirse de gerçek bu.

Bir zamanlar çok düşünmüştüm “Gerçek nedir” diye ve çoğunlukla da net bir cevaba ulaşamamıştım. Ama şimdi çok ufağından yaşamaya başladığım “Gerçek” ve ordaki “gerçek yaşam” dünya yaşamıyla o kadar farklıydı ki, bana o soruyu neden sorduğunu çok iyi anlıyorum artık. Dünya hayatımın amacı “gerçek yaşam”a kavuşmaktı ve o çok yakınımdaki çok uzaktaydı!..

“Bu kadar tatman yeter” dedi kesin bir ifadeyle. “artık onu ebediyen kazanmaya bak, çünkü bundan sonraki gelişimin o gerçekliğin içinde olacak ve sonra"

“Devam et” dedim heyecanla.

“Yeni bir gerçek seni bekleyecek ve değişeceksin, değişeceksin, değişeceksin.”

Sesi dalga dalga uzaklaşırken zaman ve boyut farklılaşmaya başladı. “DEĞİŞİM” varoluşun tek amacı, hangi bilinmezlerin içinde hangi bilinmezlere doğru, sadece “D E Ğ İ Ş İ M”..

Zihin Yükleri.. Yargılar..

"Biri yaşlı, biri genç iki keşiş Japonya'daki tapınaklarına gitmek üzere ormanda çamurlu bir yolda yürüyorlarmış. Çamurlu sularıyla çılgınca akan bir ırmağın kıyısında yardıma muhtaç olduğu her halinden anlaşılan çok güzel bir kadına rastlamışlar. Daha yaşlı olan keşiş, kadının bu halini görerek onu kollarına aldığı gibi karşı kıyıya geçirmiş. Kadın gülümseyerek teşekkür etmiş. Keşişler yollarına devam etmiş.

Tapınağın kapılarına yaklaştıklarında genç keşiş kendini daha fazla tutamamış ve "Genç bir kadını kollarının arasında nasıl taşırsın? Böylesi bir davranış bir keşiş için hiç de uygun değil." demiş. Yaşlı keşiş yol arkadaşına bakıp yanıtlamış: "Ben onu ırmağın kıyısında bırakmıştım. Ama sen hala taşıyorsun!"

11 Eylül 2011 Pazar

İkilem..

‎"Hayatın anlam ve amacını bulduğumda, benden başkası için bir şey ifade etmeyeceğinden emin olmak içimi acıtıyor. Hayat da bu işte! Suyun üstünde yürüyüp Boğaz’ı karşıdan karşıya geçsem, sandalla üç kuruşa geçenler sesini çıkaracak ve yaptığım aşağılanacak. Ağzımla kuş tutsam, tüfekle vuranlar ortaya çıkacak, “ne var yani biz de kuşu yakaladık,” deyip benim yaptığımı küçümseyecek. Hepimizin hayatlarının anlam ve amacı aslında aynıdır. Farklı olduğunu sanıyoruz. Sadece sanmakla da yetiniyoruz ancak öyle değil. Aynı hem de tıpatıp aynı… Dikkatle bakın göreceksiniz…"
Eddi Anter

Aşk..

Ve diyorum ki:


Hayat gerçekten karanlıktır istek olmadıkça ve tüm istekler  kördür irfan olmadıkça,
 ve tüm irfan boşunadır, bir işin meşgalen olmadıkça ve tüm uğraşlar boşunadır aşk olmadıkça..
Eğer aşk ile çalışırsanız bağlanırsınız birbirinize ve Tanrıya.
Aşk ile çalışmak nedir mi diyorsunuz?
... Kumaşı yüreğinizden çekilmiş iplikle dokumaktır;
Sevgiliniz giyecekmiş gibi!


Halil Cibran

10 Eylül 2011 Cumartesi

Tanrı ile dostluk


Hayatta, bilmeyen, ama bilmediğini bilmeyenler vardır. Onlar çocuklar gibidirler. Onları eğit.
Sonra, bilmeyenler, ama bilmediğini bilenler vardır. Onlar isteklidirler. Onlara öğret.
Sonra, bilmeyenler, ama bildiğini sananlar vardır. Onlar tehlikelidirler. Onlardan sakınmalısın.
Sonra, bilenler, ama bildiğini bilmeyenler vardır. Onlar uykudadır. Onları uyandır.
Sonra, bilenler ama bilmiyor gibi yapanlar vardır. Onlar oyuncudur. Onları sev.
Sonra, biliyor gibi gözüken ve bildiğini bilenler vardır. Onları izleme, çünkü eğer bildiklerini biliyorlarsa senin onları izlemeni istemeyeceklerdir. Fakat onların ne dediğini dikkatle dinle, çünkü sana senin ne bildiğini hatırlatacaklardır. Aslında, bu nedenle sana gönderilmişlerdir ve bu nedenle sen onları çağırmışsındır.


Tanrı ile Dostluk-Neale Donald Walsch

Tanrı ile sohbet


Sevgili çocuklarım, Kim Olduğunuz ve Ne Olmayı Seçtiğiniz çok önemlidir. Sadece kendi deneyiminizin kalitesini seçmekle kalmıyorsunuz, Benim doğamı da yaratıyorsunuz.

Hayatınız boyunca size, Tanrı’nın sizi yarattığı söylendi. Şimdi size şunu söylüyorum: Siz Tanrı’yı yaratıyorsunuz.

Bu, anlayışınızda büyük çapta bir dönüşüm gerektiriyor, biliyorum. Ama dünyaya gelme amacınız olan gerçek işinizi yapmanız için bunu bilmeniz gerekiyor. Her an, Tanrı Kendisini sizin vasıtanızla ifade ediyor. Daima Tanrı’yı şimdi nasıl yaratacağınız konusunda seçiminiz var. Tanrı asla bu seçimi elinizden almayacak ve “yanlış” seçim yaptığınız için sizi cezalandırmayacak. Asla rehbersiz kalmayacaksınız. Size evin yolunu gösteren içsel rehber, içinize konulmuştur.

İçinizdeki sesi dinleyin. İçinizdeki ses sizi daima en yüksek seçiminize doğru yönlendirir. Vizyonunuzdan vazgeçmeyin. İçinizdeki sesi takip edin.

Size asırlar boyu öğretmenler gönderdim.Bu öğretmenlerden biri olmayı seçiyor musunuz?

Bu büyük bir soru. Bu büyük bir davet. Bu büyük bir karar. Dünya bu kararı vermenizi bekliyor. Bu kararı verdiğinizi, yaşayarak –uygulayarak- deklare edeceksiniz.

Siz kendinizi en yüksek düşünceniz doğrultusunda ifade edene kadar, insanlığın kendisini en düşük düşünce kıskacından kurtarma şansı yoktur.

Bu yüksek düşünceler sizin vasıtanızla ifade bulacak, sahneyi kuracak ve bir üst insanlık deneyimi için model teşkil edecektir.

Siz yaşamsınız. Siz yolsunuz. Dünya sizi takip edecektir. Tek seçimsiz olduğunuz şey yolun kendisi. Yol olduğu gibidir. Sadece yola girmeyi ne zaman seçeceğiniz size bağlı. Dünyanız kendinizle ilgili düşünceleriniz doğrultusunda oluşacaktır. Kendinizle ilgili düşünceleriniz, fiziksel dünyanızda somut olarak ifade bulacaktır.

Ne düşünüyorsanız onu yaratırsınız. Ne yaratırsanız o olursunuz. Ne olursanız onu deneyimlersiniz. Neyi deneyimlerseniz o’sunuz. Kim ve ne olduğunuz odur. Neyseniz öyle düşünürsünüz.

Ve daire tamamlanır.

Siz kimseniz, Ben O’yum.

Siz Tanrı’yı tanımlayansınız.

Sizi –Kendi parçamı- fiziksel boyutta ifade ettim, kavramsal olarak bildiğim Beni, deneyimsel olarak bilmek için. Yaşam, Tanrı’nın kavramları deneyime dönüştürme aracıdır.
 
Siz Tanrı’sınız. Siz de Kendi Yaşamınızda aynı şeyi yapıyorsunuz.

Tanrı İle Sohbet 3 – Neale Donald Walsch

Günlük Olumlama

21 günlük sabah akşam okunması gereken kişisel gelişim uygulaması



Kimse bana kötülük yapamaz çünkü her şeyi ben seçiyorum....
Bağışlıyor ve bırakıyorum. Anlıyor ve biliyorum.
Kendi hayatımın yaratıcısıyım.
Seçerek planlayarak bu yaşamımı ve birlikte olacağım yol arkadaşlarını seçtim. Annemi, babamı ve diğerlerini.
Benim için en faydalı sonuçları almak üzere ince planlar yaptım.
Yüksek benlik düzeyinde en uygun araçları yarattım,
Benim hayat amacıma en uygun kişileri.
Daha çok anlayış daha çok bilgelik, daha çok sevgi.ve ifade özgürlüğü için.
Bu amaç bilinçaltımın derinliklerinde benim onu keşfetmemi bekliyor.
Her an, her deneyim bu planı açığa çıkaran bir kurgu aslında,
Zafiyetimi güce, acıya sevince, yenilgiyi yengiye dönüştürmek için,

Anlıyor bağışlıyor ve teşekkür ediyorum.
Bu hayatımı bu şekilde planladığım için kendimi kutluyorum ve meleklere teşekkür ediyorum.
ve bütün bu olanakları bana sunduğu için Tanrıya...
Bana sevgisini sunmayanlar içimdeki sevgiyi,beni onaylamayanlar kendimi keşfetmeyi, beni anlamayanlar ifade gücümü artırmak için benimleydiler...
Onlara teşekkür ediyorum.


Bu rolü onlara ben vermiştim. Onlarda benle oynamak istediler.
Beni üzen beni yoran bana haksızlık eden beni aldatan insanlar yapabileceklerinin en iyisini yaptılar.

Daha fazlasını ve daha başkasını yapamazlardı. Zaten ben onları bunun için seçtim.
Bende yapabileceğimin en iyisini yapıyorum...
Bağışlıyor ve teşekkür ediyorum.
Aynı sahneyi paylaşan oyuncular gibiyiz onlarla
Şimdi bu anlayışımdan doğan ışığı onların varlığına gönderiyorum.
İhtiyacım olan kaynakların şimdi kendi içimde olduğunu kabul ediyorum.
Onları kullandıkça başka insanlara duyduğum bağımlılık kayboluyor ve onlarla gerçek bir sevgiden beslenen gerçek bir ilişki kuruyorum.
Hayatımın efendisi olduğumu biliyorum.
Mutluluğu kendimi ifade etmeyi seçiyorum.
Her düşüncenin ,her davranışımın hayatıma şekil veren araçlar olduğunu bilerek yaşıyorum.
Hayatımla inançlarım arasında birebir ilişkiye giriyorum.
Bu yüzden dikkatli özenli ve düşünerek yaşıyorum.
Mazeret aramadan ertelemeden ve küsmeden devam ediyorum yoluma
Kimse beni kıramaz üzemez ve kötülük yapamaz eğer ben izin vermezsem.
Şimdi gücümü kabul ediyor ve ele alıyorum.




Sonsuz ve Tanımsız Sevgiyle...

8 Eylül 2011 Perşembe

There is no coincidence..





Hiçbir şey hata değildir ve hiçbir şey rastlantı eseri olmaz.

Hiç kimse size ellerinde sizin için bir armağan olmadan gelmez.


Önemli bir soru, bugün "kendin için" ne yaptın?

Aydınlanma Dediğin..



Mükemmel olmak düşüncesi, eksik olduğun inancının bir tepkimesidir. Bu eksik olma hali, yuvadan, özünden kopuşun varlık bilincindeki ilk travmasıdır. Yolculuğun boyunca kendini “tamamlamak” için diğerlerinden enerji çalarak, onları domine ederek yataydan beslendin. Kayıp ve kazanç döngüsü içerisinde, kendi enerjinin çalındığı ve kurban olma halini deneyimlediğin hallerin oldu. Ayrı ve eksik olduğun inancından yola çıktığın bu unutmuşluk hali, yaşadığın deneyimlerle bazı yargılara varmana neden oldu ve yargılarınla harmanlanmış duygu düğümleri, kendini içlerinde daha da kaybettiğin sahte benlikleri oluşturdu. İyi-kötü, doğru-yanlış kutuplarında saçaklanan bu benlikler kendi yaratımının çocuklarıdır. Asla kaybetmediğin ve her an seninle birlikte olan bir şey vardı ki; O da sana özümden üflediğim yaratma yetisidir. Bu yeti, şimdinin sonsuzluğunda sadece bir an olan bilincindeki kaymayı ( unutmuşluk halini) bire bir deneyimlemeni sağladı. Her şey yaratılmış olduğu kaynağına döner. Olmadığın hali deneyimlerken yarattığın çocuklarını olduğun halin gerçeğinde kucakla. Gerçekte, hiçbir zaman ayrı değilsin. Aradığın şey zaten sahip olduğun kendi gerçeğin. Nefesinle birlikte bunu kabul et ve içine al. Bırak zaten senin olan şey çabasızca sana aksın. Kendini “almaya” aç. Bıraktıkça alırsın aldıkça bırakırsın. Akışta olmak budur. Aydınlanma dediğin şeyin de bir illüzyon olduğunu fark ettiğin an aydınlanırsın. Ve bilirsin ki gerçek doğan zaten aydındır, aydınlığın kaynağıdır..





Sevgiyle...

KÜÇÜK BİR RUHUN HİKAYESİ



Aylar önce, ben, okuduğum kitaplardan, yazılardan, dinlediğim insanlardan, gözlemlediğim, incelediğim her şeyden kafası karışmış, nereye gideceğini bilmeyen küçük bir kız çocuğu gibi şaşkın şaşkın bakınırken karşıma bir yazı çıktı.. Bir nevi, hayatımın dönüm noktası olarak kabul ettiğim yazı, listeme 1. sıradan giriş yaptı :) 

Okuduktan sonra verdiğim ilk tepki; "Unutmuşum"..!

Ben her şeyi biliyormuşum ama unutmuşum.. Lafı fazla dolandırmadan, anımsatmak adına sizi de sürüklemek istiyorum bu güzel hikayenin içine.. :)






Günün birinde küçük ruh heyecan içinde Tanrıya gider ve ona "Ben kim olduğumu biliyorum" der. 
Tanrı, peki sen kimsin? der. 

Küçük ruh "Ben ışığım" der. 

Ve Tanrı, "Doğru, sen ışıksın!" der. 

Ruh bir an düşünür ve sonra "ama ben ışık OLMAK istiyorum."der. 

Tanrı, "Ama sen IŞIKSIN."der. 

Ruh," Işık olduğumu biliyorum, ama ışık OLMAK istiyorum. Işık olmayı kendim deneyimlemek istiyorum. Kendi deneyimlerimle bilmek istiyorum." der. 

Tanrı, "Oh anladım, sen halihazırda olduğun şeyi deneyimlemek istiyorsun." der. 

Küçük Ruh, "evet, istediğim budur. Kendimi ışık olarak deneyimlemek istiyorum - sadece bilmek yetmiyor. Işık olmayı yaşamak istiyorum." der. 

Tanrı der ki, " bunu anlayabiliyorum, ancak bu çok zor bir iş. Çünkü yarattığım ışıktan başka bir şey yok ortada. Ve senin ışığın güneşin içindeki bir mum gibi. Sen orda milyarlarca ve milyarlarca başka mumların arasındasın ve hepiniz birlikte güneşi oluşturuyorsunuz. Bu mumlardan bir tanesi dahi olmasa güneş de olmaz. Işıkların arasında ışığını farketmek istiyorsun ki bu oldukça karışık bir bilmece." 

"İyi ama sen Tanrısın, bir çözüm bulursun." Der küçük Ruh. "Düşündüm ve buldum." Der Tanrı. Kendini ışıkların içinde bir ışık olarak farketmen imkansız olduğuna göre seni, senin olmadığın bir şeyle kuşatacağız. Birlikte senin olmadığın bir şeyi hayal edip seni onunla saracağız ve bunun adını karanlık koyacağız. Seni bu karanlıkla saracağız. Seni senin tam zıddın olan bir şeyle sararak senin ne kadar parlak bir ışık olduğunu deneyimlemeni sağlayacağız."

Küçük Ruh, "Tamam, ben karanlığı getirmeye razıyım, böylece ışık olabileceğim." dedi. 

Tanrı, "Bunu senin için istedim. Seni karanlıkla kuşatacağım ama kendini karanlıkla kuşatılmış bulduğun an yumruğunu kaldırıp, göklere küfretme, sadece karanlığı aydınlatan bir ışık ol ki gerçekten ışık olduğunu bilebilesin. Ve dokunduğun yaşamların hepsi de senin ne olduğunu bilebilsinler. İnsanların önünde parlamalısın ki onlar kendi ışıklarının yansımalarını sende görebilsinler. Bunu sahip olduğun ilahi veçhelerin herhangi biri ile yapabilirsin. Şimdi yaşam formu içinde iken "ruh amacı" olarak seçtiğin ve yaşamlar boyunca seçmeye devam edeceğin veçhelerimden herhangi birini dikkatlice seç. İyi ve akıllı bir seçim yap. Evet söyle bakalım önündeki yaşam için neyi seçiyorsun?" diye sordu. 

Küçük ruh büyük bir heyecanla, "herhangi bir veçhen olabilirim." dedi. 

Tanrı, evet ama bu senin seçimin olmalı, hangisi, diye sordu. 

Küçük ruh, yani önümüzdeki yaşam için, mutluluk, neşe, akıl, barış, sevgi ya da bir başka şey olabilir miyim, diye sordu. 

Haklısın, dedi Tanrı. 

Küçük ruh, seçtim diye bağırdı, seçtim. Ne olmak istediğimi , neyi deneyimleyeceğimi seçtim. 

Tanrı, evet dedi, bu senin için büyük bir gün çünkü sen bağışlamayı seçtin, sen bağışlama olacaksın. 

Evet, evet dedi küçük ruh, olmak istediğim bu. Kendimi bağışlama olarak deneyimlemek istiyorum. 

Kulağa hoş geliyor dedi Tanrı. Yalnız bir sorun var. Ortada bağışlanacak kimse yok.! 

Hiç kimse yok mu dedi küçük Ruh. 

Tanrı yanıtladı. " Etrafına bir bak. Senden daha az mükemmel, daha az parlak kimse görüyor musun?" 

Küçük Ruh döndü evrenin dört bir yanından olan biteni seyretmeye gelen diğer ruhlara baktı. Tek görebildiği hepsinin de en az kendi kadar mükemmel, parlak ve bütün olduğu idi. Etrafındaki bu mükemmelliği gören küçük ruh, " etrafımda mükemmellikten başka hiçbir şey göremiyorum. O zaman ben kimi bağışlayacağım? Benden daha az mükemmel olan tek bir varlık yoksa ortalıkta ben mükemmelliği nasıl deneyimleyeceğim? 

Tam o sırada bir ruh dostça kalabalığın önüne çıktı. " Üzülme, beni bağışlayabilirsin." dedi. 

Küçük Ruh, sen kimsin diye sordu. 

Dost ruh, "Ben kalabalığın içinden herhangi biriyim, sadece bir adım öne çıkmayı seçtim. Sana önündeki yaşam süreci içinde bağışlanacak birisini temin edeceğim, sana öyle bir şey yapacağım ki sen de bağışlamayı deneyimleyebileceksin." 

"Ne, ne yapacaksın? Nasıl yapacaksın?" diye sordu küçük ruh. 

"Bir şeyler düşünürüz," diye yanıtladı dost ruh. 

"Ama neden? Neden bunu yapacaksın, sen de en az benim olduğum gibi tam bir mükemmeliyetsin, bir güzelliksin, ışığın parlak kişiliğinin simgesi olarak parıldarken, niye böyle bir şey yapasın ki? Titreşimlerinin hızı sana öyle bir parlak kazandırıyor ki gözlerimi kamaştırıyorsun. Bu titreşim düzeyini yavaşlatmayı istemeni anlayamıyorum. Böyle korkunç bir şeyi yaparak kendini niye ağırlaştırasın ki?" 

Çünkü, dedi dost ruh, Çok basit. Bunu yapacağım, çünkü seni seviyorum. Öyle şaşırmış bakma bana. Hatırlamıyor musun, sen de benim için aynısını yapmıştın. Bu kadar çabuk mu unuttun? Bu dansı seninle birlikte, ikimiz daha önce de yaptık. Hatırlasana seninle her şey olduk. Yukarısına da çıktık, aşağısına da indik, soluna, sağına, öncesine, sonrasına gittik. Her şeyin iyi ve kötü yanları olduk. Her ikimiz de bir diğerimiz için bir diğer yanı oluşturduk. Mutlaka hatırlarsın, sen benim katilim, ben de senin katilin olmadık mı? Hatırlasana.. Evet bir noktada haklısın. Titreşimi senin tanımladığın şekilde düşürmek hiç de kolay olmayacak. Kolay bir konu değil bu, ama olsun, ben de senden bir başka yaşam süreci için benzer bir şey isterim. .... yeter ki sen bağışlama olabil. 

'Ne istersen yaparım' dedi küçük Ruh. Kendimin ne olduğunu öğrenmek için ne gerekirse yaparım. Söyle karşılığında ne istiyorsun? 

Dost ruh şöyle dedi: Sana vursam da, yüzüne tükürsem de, sana olabilecek en büyük kötülüğü yapsam da, aynı anda benim gerçekte kim olduğumu anımsa. Eğer beni şimdi olduğu gibi unutursan, ben de kendimi hatırlayamam. Daha da kötüsü sen de kim olduğunu unutursun ve ikimizde unuttuğumuz zaman bize bunu hatırlatacak bir üçüncüye ihtiyaç duyarız...


Sonsuz ve tanımsız sevgiyle..

Ve öyledir..